Frederick Taylor’un 1911’de yayınladığı “The Principles of Scientific Management” (Bilimsel Yönetim) adlı kitabı iş ve yönetim dünyasında bir dönüm noktası hatta bazı uzmanlarca sanayi devriminin başlangıcı olarak kabul edilir. Yönetim konusunda daha önce de yüzlerce araştırma ve çalışma yapılmış olmasına rağmen bu kitap bilimsel yönetimin başlangıcı olmuştur.  

 
Taylor, Ford’da denenmiş ve sonuçları sınanmış “daha fazla üretim” formülünü ve bunu gerçekleştirmek için uygulanacak yönetim modelini kitabında yayınlayarak kitlesel üretimin patlamasına yol açmıştı. Taylor’a göre; 
 
Bir şirketin organizasyon yapısı oluşturulmalı,
İşletme içerisindeki işler analiz edilerek en küçük işlere bölünmeli, 
Kalite kontrol tarafından kontrol edilmeli ve 
Çalışanlar yaptığı iş kadar ücret almalıydı. 
 
Buna göre bir işi yapmanın en verimli yolu; iş için gerekli olan zamanın tespit edilerek iş planlamasının yapılması, en ergonomik ortamda uygun ekipmanlar ile gerçekleştirilmesi, planlama, faaliyet ve kontrolün birbirinden ayrılması idi. 
 
Ford’un Taylor ilkeleri esasına dayalı üretim hatları ile sağladığı başarı mükemmeldi. Sadece zenginlerin ve aristokratların kullanımında olan otomobilin her kesimden insanın rahatlıkla alabileceği bir araç haline gelmesi Taylor yöntemlerinin uygulanması ile mümkün olmuştur. Nitekim yöntemleri uygulayan diğer şirketler için de yüksek kalite ve verimlilik beraberinde sektörel büyümeleri getirmiştir.
 
Zaman içerisinde üretim sayılarının artması ile yetersiz kalan üretim alanları dolayısıyla üretimi hem fiziksel açıdan hem de yatırım açısından kazançlı olmayan parçalar için uzman yan sanayiler oluşmaya başlamıştır. Bu sürecin uzantısı olarak günümüzde kaporta parçalarından lastiğe, direksiyondan plastik aksama, elektronik parçalardan motor dökümüne kadar her üründe uzmanlaşan yan sanayiler dünyanın her yanına yayılmışlardır. Birbirinden farklı yüzlerce yan sanayi firmasından temin edilen parçaların problemsiz şekilde birleştirilebilmesi hatta bir parça arıza yaptığında serviste başka bir ülkede üretilen bir parça ile değiştirilebilir olması bu sürece bağlıdır.
 
Kısacası; Taylor’un prensipleri yapılacak işi, işi oluşturan hareketleri analiz ederek süreyi belirlemek ve daha sonra gereksiz olan hareketleri elimine ederek en az zamana ihtiyaç duyulan ve sürekli tekrar edilebilen bir iş tanımı yapmak esasına dayanır. 
 
Bu şekilde, daha önce kutsal sayılan el emeği, basit ve düzenli hareketlerin tekrarlanır hale gelmesi ile herkesin yapabileceği bir hale gelmiş ve sıradanlaşmıştır. Artan istihdama paralel olarak tarımda çalışan, daha önce sanayi ile hiçbir ilişkisi olmayan insanlar bile tarlalarından kopup sanayiye koşmuşlar ve fabrikalarda bir aracın en önemli güvenlik parçalarının üretiminde çalışmaya başlamışlardır. 
 
Ancak bu prensipler o dönemde işçi sendikalarının yoğun tepkisine neden olmuştur. Çünkü sendikaların varlığı emeğin sırrına ve kutsallığına dayanmaktaydı. Usta olan işçi kraldı ve üreticilerin varlığı ona dayalı idi. Bu nedenle sendikalar Taylor’un uygulamalarına şiddetle karşı çıktılar ve çalışmaların durdurulmasını talep ettiler. Fakat süreç hızla ilerliyordu ve artık geri dönüş yoktu. 
 
 
Eleştirilerin ana noktası; Taylor’un çalışanları bir makine gibi görmesi, insana değer vermeyerek sadece üretimi arttırmaya yönelik çalışmaları ve çalışan motivasyonunu göz ardı etmesi olmuştur. Ayrıca Taylor’un organizasyon hiyerarşisinde çalışanları ve yöneticileri birbirlerinden net bir şekilde ayırması da günümüz modern yönetim ilkeleri açısından en çok eleştiri alan konulardan birisidir.  
 
Taylor tarafından ortaya konulan ilkeler kendisinden sonra gelen araştırmacı ve bilim adamlarına ilham kaynağı olmuş, iş ve yönetim dünyasına ait gelişmeler çığ gibi büyümüştür. Aradan bir yüzyıl geçmesine rağmen günümüzde şirketlerimizde uyguladığımız sayısız teknik ve uygulamaların temelinde bu ilkeler geçerliliğini sürdürmektedir.